Dünyayı kurtaran adamlar - Bölüm I : "Huzur"

Daha önce "Macaristan ve Kızıl Ölüm" başlıklı yazımda, Çernobil felaketine de değineceğimi  vurgulamıştım. Burada Çernobil ile alakalı bir yazı dizisi paylaşmayı planlıyordum zira Çernobil gerek çevre felaketi niteliği gerek yaşanmış insanlık dramı ve sayısız trajik hikayeleri, ardından bıraktıkları, sonuçları ve halâ yaşattıkları ile insanoğlunun yaşamış olduğu en büyük ve trajik çevre felaketidir. Çernobil üzerine söylenecek o kadar çok söz var -ki aslında ne kadar konuşursak konuşalım bu çevre felaketinin büyüklüğünü, etkilerini ve yaşanan insanlık dramını anlatmakta kifâyetsiz kalır.

Bu felaketin oluşumu, etkileri ve yarattığı insanlık dramlarını daha iyi aktarabilmek, biraz da olsa neler yaşandığını hissettirebilmek için bunu gerçeklik ekseninden sapmayacak ve bilinen verileri serpiştirecek şekilde bir hikaye şeklinde hazırlamak istedim. Aslında çok fazla kurguya da gerek kalmadı ilk bölümü hazırlarken. Zira Çernobil' de yaşananlar açık ve nettir.


Bu yazı dizisi, neden Nükleer Tesislere Hayır ! demek gerektiğinin önemini vurgulamak adınadır..

Çernobil' i anlamak.. Neden önemli ?

Ülkemizde son dönemlerde ısrarla nükleer enerji vurguları yapılıyor. Ne trajikomiktir -ki henüz herhangi bir nükleer tesise sahip olmadan (araştırma reaktörleri ve yakıt pilot tesisi dışında) dâhi ülkemiz zaten nükleer kirlilikten yeterince etkilenmiş vaziyettedir. En büyük darbeyi de Çernobil felaketi ardından yemiştir. Zira Çernobil felaketinin en çok etkilediği ülkelerden bir tanesi de Türkiye 'dir. Zamanında bir bakanın (Cahit Aral) bütün pişkinliği ile basının karşısına çıkıp "bu çay radyoaktif etkiye mağruz kalmamıştır" edası ile içtiği çay aslında bugün bile kanserden kaybettiğimiz binlerce vatandaşımızın ölüm ilanıdır. Karadeniz bölgesi dışında Trakya bölgesi de bu felaketin faturasını en ağır şekilde ödeyen ve ödemekte olan bölgelerimizden bir tanesidir. Şu an aklınıza takılan bazı sorular hatta belki itirazlarınız olabileceğini tahmin ediyorum fakat merak etmeyin bu yazı dizisi boyunca tüm sorularınıza yanıt bulacaksınız - en azından öyle ümit ediyorum - .


Önsöz

Çernobil ; Unutmayacağız, Affetmeyeceğiz !

26 Nisan 1986 ; Ukrayna' nın Çernobil bölgesi Pripyat şehrine 3 km uzaklıktaki Çernobil Nükleer Tesisi' ne bağlı dört nükleer reaktörden birisi olan Dört numaralı reaktörde patlama meydana geldi. Patlamanın etkisiyle ortaya çıkan radyoaktif değer, normalin kat be kat üzerinde, binlerce Hiroşima atom bombasının yaratabileceği değere eşti.

İtfayeciler, madenciler, askerler ve gönüllülerden oluşan binlerce isimsiz kahraman bile bile ölüme giderek dünyayı  tamiri mümkün olmayan bir felaketten kurtarmıştır.

Bu yazı dizisi ve hikâye hem dünyanın yaşamış olduğu bu en büyük çevre felaketi ve insanlık trajedisi hem de bu isimsiz kahramanlara ithafen tarafımca hazırlanmıştır. 

Bölüm - I' i okumaya başlamadan önce izlemenizi tavsiye ederim. 






Eğer bu insanlar olmasaydı bugün bütün dünya coğrafyası ve insanoğlu birinci derece bu patlamadan etkilenecek, doğal yaşam tamiri mümkün olmayacak şekilde hasar görecekti. Onlar yeryüzüne gelmiş gerçek kahramanlardır. Hepsini şükran, saygı ve rahmetle anıyorum.




Dünyayı kurtaran adamlar
Bölüm-I  Giriş : "Huzur "

Çernobil,  25 Nisan 1986,  Saat 6.00 

Eğer 25 Nisan 1986 sabahı şehir hayatı, kalabalığı ve kirliliğinden sıkılmış bir birey olsaydınız ve o saniye tüm bunlardan kaçmak için kendinizi bir yere fırlatmak isteseydiniz; Bulunmak isteyebileceğiniz en güzel yerlerden bir tanesini Çernobil olacaktır. Doğası, havası, toprağı, doğal besin kaynakları ve mütevazi, emektar, dostane insanları ile Çernobil o sabah, sahip olduğu  cennet niteliğini koruyordu. 
Çernobil Kuleleri

Kuzey Ukrayna' nın Kiev bölgesi, Belarus sınırında bulunan Çernobil şehri, serin ve sisli bir bahar sabahını karşılıyor. Dünya' nın en güzel doğalarından bir tanesine sahip bu coğrafya içerisinde zengin ve eşsiz bir habitat barınıyor. Nice ağaç, bitki çeşitleri ve hayvan türlerine ev sahipliği eden ormanları, emektar Çernobil köylülerinin geçim kaynakları olan tarlaları gölgeliyor.

Çernobil' e bağlı köylerden birinde çiftçi Andriy Dumin, ahşap evinin kapısına çıkarak serin ve taze havayı ciğerlerine çekiyor. Doğduğu günden beri taze toprak kokusuna ne kadar bayıldığını bir kez daha aklından geçiriyor. Daha bir gün önce tüm gün çapa yapıp yorulmuş, akşam bunun hıncını biraz da bahar festivalinin yaklaştığını hatırlamanın verdiği keyif ile Samagon dedikleri ev yapımı vodkasından çıkarmıştı. Akşamdan kalmanın da etkisiyle halâ uykusu dağılmamıştı. Daha çapa vurması gereken onca toprak ve ve halledilmesi gereken işe rağmen bir yandan "bugün tüm gün yatıp uzanacağım !" diye söyleniyor bir yandan da yaktığı sarma tütünü ciğerlerine çekerek bahçesinde çıplak ayaklarla adım adım ilerliyordu. Bıçkın bir köy adamıydı Andriy; Onca hayat yüküne rağmen belki de dünyanın en sağlıklı adamlarından birisiydi.  43 yaşındaydı lâkin 30' luk bir delikanlıya benziyordu. Eh ! Bununla da böbürlenir dururdu. Bu yüzdendir arkadaşlarına  : "Ben yatağa girdiğimde Aleksandra' nın inlemeleri Kiev' den duyulur ! " diye efelenirdi kafaları çekerken. Belki de bir çocuğu olmamasının yarattığı burukluğu bu efelenmeleriyle geçiştiriyordu arkadaşlarına karşı. Kim bilir..

Birkaç adım sonra durdu. Biraz ürkek ve boş gözlerle semada o dev kulelerin ağaçların ardında görünen başlarını ve kızgın bir boğanın burun deliklerinden çıkardığı haşin soluğun serinde dumanlanması gibi tütmesini izlemeye başladı. Halbuki bu kuleler yapıldığından beri her sabah aynı ürkeklik ve şaşkınlık ile izliyordu. Ardından tekrar aynı soru geçti aklından ; "Ne işe yarıyor bu ?". Aslında diğer köylüler gibi Andriy de bu tesise her zaman şüphe ve sıkılmışlık ile yaklaşıyordu. Hiçbir zaman da tam diplerine kurulan bu şehirli icadını gözleri tutmamıştı. 

Nasıl da işgal etmişti onca işçi, asker; Ukrayna' nın muhtelif beldelerinden, Belarus' tan hatta en ırak Rus köylerinden.. Otobüsler, kamyonlar, iş makinaları durmak bilmemişti bu kuleler dikilene kadar. 

Dört tesis diktiler doğanın kalbine; görsen sanırsın koca bir Azrail heykeli, kuleler olmuş tırpan elinde !
O gün bulutlanan gök yüzü ve bardaktan boşalırcasına yağan yağmur, meğer Toprak Ana ağlıyormuş olacakları bilircesine !

Biraz daha bu ihtişamlı gök delen kulelerin tütmesini izledikten sonra çıplak ayaklarından girip tüm vücudunu kaplayan keskin soğuk ile irkildi. Üşüyordu. Biraz daha uzanıp ısınmak için kendini hemen yatağına fırlatmak istedi. Akşamdan kalmalığın da etkisiyle yatağında geçecek dakikaların hesabını yapıyordu en masum üşengeçliği ile. "Şu huysuzun koynuna sokulayım biraz !" dedi ve yatağına, karısı Aleksandra' nın koynuna döndü..


Prypiat,  25 Nisan 1986,  Saat 7.00 


Prypiat Şehri

Prypiat, 1970 yılında Çernobil bölgesindeki nükleer tesisin çalışanları (işçiler, mühendisler, askerler..vs) için kurulmuş, zamanın ufak, modern ve şirin Ukrayna şehirlerinden bir tanesidir. Şehir kendi halinde mütevazi bir şehir olmasına rağmen yakında bulunan Kiev' e pek ihtiyaç duyulmuyordu. Zira istenilen herşey şehirde bulunuyordu. İşçi, memur ve asker ailelerinin yaşadığı, alt yapısı, yolları ve binaları, modern olan bir şehirdi. Eğitim hizmetleri ve sosyal imkanları gerçekten iyi olan bir şehirdi.   Öyle -ki olimpik yüzme tesisi, spor tesisleri, bale ve tiyatro salonları, hatta lunaparka kadar zamanın tüm medeniyet nimetlerini bulunduruyordu.


Prypiat Şehri

O sabah saat 6' da Yuri Kyivski, kulaklar patlatan bebek zırıltısı ile uyandı; "Minik Svitlana yine acıktı !". Şehrin en rahatsız insanı gibi hissediyordu o saniye Yuri. Bir yandan da Svitlana' nın sürekli aç olmasından korkuyor: " ya bu çocuk büyür ve teyzesi nam-ı diyar şişko Emma gibi olur da evde kalırsa" diye düşünüyordu biberonu Svitlana' ya verirken. O an hayatta tek tasası buydu Yuri' nin zira kendisi Prypiat Posta Dairesi 'nde çalışan bir memurdu; sıcak evi ve yuvası, bale kursuna giden kızı, yerel bir piyanist olan eşi Larissa ile gayet mutlu bir hayat yaşıyordu. Ne geçim derdi vardı ne de sahip olmadığını düşündüğünü birşey. İhtiyacı yoktu, gözü yükseklerde olan bir adam da değildi. Neşesi ve huzuru, ailesi idi.

Prypiat Şehri

Babası bir askerdi Yuri' nin. Sovyet Ordusu 'nu temsil etmenin ne şerefli birşey olduğunu söyler dururdu. Odessa liman karakolunun subayıydı. Orduya katıldıktan yıllar sonra subay olmuş ve ailesini de alarak Kiev' den Odessa' ya taşınmıştı. O yıllar Sovyet Hükümeti, Ukraynalılara Ukraynaca konuşmayı yasaklamıştı. Nice yazarlar ve bilim insanları sırf Ukraynaca konuştuğu için ya sürgün ediliyor ya da hapishanelere atılıyordu. Bir tek içini burkan buydu yaşlı adamın yoksa onun için Sovyet Ordusu şan ve şerefti. Yuri, 21 yaşına bastığında ailesini Odessa' da bırakarak Kiev' e geri döndü . Odessa' da kalan erkek kardeşi Nikolai' nin tersine efendi ve sessiz bir kişiliği vardı. Bu yüzden Nikolai, Odessa' da liman çetelerine bulaşırken Yuri, Kiev' de posta memuru olmuştu. 1980 yılında Yuri' ye Prypiat' ta çalışması teklif edildi. Bu teklifi hemen kabul etti. Zaten Kiev' in kalabalık hallerinden sıkılmıştı. Birkaç senelik evliliğinin mutluluğunu, sessiz, sakin, huzurlu, doğası daha güzel bir yerde perçinlemek istiyordu. Prypiat' taki memur lojmanları, huzurlu bir aile hayatı yaşaması için biçilmiş kaftandı.


Prypiat Şehri

Minik Svitlana, karnını doyurup uykuya daldıktan sonra Yuri, pencereye yöneldi. Memur blokları, işçi ve asker bloklarının güneyinde kalıyordu. Giriş kısmı, lojman bloklarınca çevrelenmiş bahçeye bakıyor, arka balkonlar ise eşsiz bir orman manzarası izliyordu. Önce yağmurun suladığı bahçeyi izledi.  Bir an gözü, işçi lojmanlarının tepesinde bulunan Orak-Çekiç' li panoya takıldı. Babası ve çocukluğu geldi aklına.. Svitlana susmuş, muazzam bir huzur kaplamıştı her yeri. Yağmurun ezgisi, anasının çocukken okuduğu ninniler kadar rahatlatıcıydı. Bir sigara yakmak istedi ama minik Svitlana' nın yanında tüttüremezdi. Odadan ayrıldı ve arka balkona çıktı. 

Balkon demirine yasladı dirseklerini. Biraz ıslanmak dünyanın sonu değildi. Bir yandan tüttürdü bir yandan da  yağmurun ormanı doyurmasını izledi. O an minik Svitlana' yı biberon ile beslemesine benzetti bu manzarayı. Şevkat dolu ufak bir tebessüm ile selamladı ormanı. Gözüne ormanın ardında tüten kuleler çarptı; "Tesis yine harıl harıl çalışıyor anlaşılan" . Aslında minnettardı bu kulelere. Kuleler olmasa ne bu şehir olacaktı ne de Yuri, ailesi ile bu huzurlu hayatı yaşayabilecekti. Hem Odessa günleri geldi aklında ; "Nasıl da karanlıkta oturuyorduk elektrik olmadığında..". Şimdi ise ne elektrikler kesiliyor ne de karanlıkta oturmak zorunda kalıyorlardı. Sokak lambaları ve lunapark ışıklarının her gece şehri karnaval alanına çevirmesi de cabası.. 

Tam da sigarasının son nefes dumanı ile eşlik edecekken tüten kulelere, bu minnet anı arkadan gelen bir ses ile yarım kaldı ;  " Aşkım ?"

İki Numaralı Reaktör, Çernobil  25 Nisan 1986,  Saat 8.00 

Dört reaktör de Yuri' nin düşündüğü gibi harıl harıl çalışıyor. Lâkin bugün önemli bir gün; haftalardır planlanan ve tüm tesis mühendislerinin çalışıp kafa yorduğu deney bu gece yapılacak. Reaktörün sınırları zorlanacak. Bu sebepten ötürü  bazı mühendisler, son çalışmalar için bir gün evvel gece mesaisine kaldılar.

Çernobil Tesisleri

Nadija Pyirkalo, yorgun gözler ile çalışma masasından duvarda asılı olan bir Leningrad - bugün bilinen adı ile St. Petersburg - portresini izliyor. Geçen geceden beri aralıksız çalışan Nadija, biraz da bıkkınlık ile bir yandan da masa saatini dikizliyor. Prypiat' a gidecek tesis servisinin henüz bir saati var.. 

Nadija Pyirkalo, Minskli bir ailenin en ufak çocuğu idi. Diğer kardeşlerinden farklı olarak o okumayı seçmiş, devlet bursu ile tahsilini Moskova' da tamamlamıştı. Bu pek az Belarusluya nasip olacak bir durumdu. Mezun olduktan sonra Sovyet Rusya Atom Enstitüsü ' nde çalışan Nadija, daha sonra Çernobil Tesisi' nde çalışmaya başladı. En büyük hayali ise bir gün yeteri kadar para biriktirip Leningrad' a yerleşmekti. Şu hayatta Neva Nehri' nin eşsiz gece manzarasına doğru bir kadeh şarap yudumlamaktan başka daha güzel ne olabilirdi -ki ? 

St. Petersburg, Neva Nehri

Nadija, servisi beklerken bir hayâle daldı usulca, gözleri Leningrad portresinde.. Moskova' da bıraktığı erkek arkadaşı Ivan' ı düşledi. Çalışmaktan yorgun düşmüş bedenini Ivan' a teslim etmişken yatağından Leningrad' ın odaya vuran sokak lambalarının ışık hüzmelerini seyrediyor, bir yandan da aşk ile tutuşan kasıklarından dalga dalga tüm vücuduna yayılan şevkin keyfini sürüyordu hayâlinde..

Derken servis saatinin geldiğini duyuran tesis anonsu ile irkildi. Ivan' ı ne kadar özlediğini farketmişti. Bir an evvel bu cehennemden kurtulup erkek arkadaşına kavuşmalıydı. Biraz kendine geldikten sonra hazırladığı raporları masasında görünecek şekilde bıraktı ve servis otobüsüne doğru tesisten çıktı.

Servise geçtiğinde orta sıralarda pencere kenarı bir koltuğa oturdu. Tam da biraz sessizlik ve huzur ! temenni edip söylenirken neyse -ki servis, birkaç kişi dışında bomboştu. Şaşırmadı; koca memlekette kendisinden başka gece çalışıp sabah eve dönen başka enayi bulunamazdı nasıl olsa ! Kendi kendine sitem etti biraz; Ivan' ın kollarında olmak varken neden buradaydı -ki sanki...  Servis hareket ederken Nadija çoktan kafasını pencere yaslamış dışarıyı izliyordu. Biraz sonra gözlerini kapadı, kaldığı yerden düşüne devam etti. Yağmur taneleri pencereye vurdukça hayalinin verdiği rahatlık ve keyif ile dudağını yumuşakça ısırıyordu. Ve uykuya daldı..

*** Bölüm I - Son ***

* II. Bölüm' ü de en kısa sürede sizlerle paylaşacağım.
© 2011-2015 | EmreCiftci.net. Blogger tarafından desteklenmektedir.